24 Ekim 2015 Cumartesi

Siyah


Kafama vura vura kefen giydi gözlerim. Beyaza düşmanım o günden beri.

Tırnaklarımın içinde faili meçhul deri kalıntıları. Kan tutar beni geceleyin.

Çocuktu seni sevdiğimde kalbim. Kapı eşiklerinde oturmuyorum yas olur diye evim. Yıldızların gücü yeter miydi aydınlatmaya zifiri geceyi? Kim manikürünü yapacak şimdi, failimin bıraktığı izlerin?

Soğuk bir sonbahar gününün sonundayız bütün dünya. Ölmek için pek sıcak bir mevsim var daha. Son soluğunu verirken bir sokak kedisi, katilini aramıyor olacak dili lal olmayanlar. Siyah giyiyor olmalı kediyi ve beni vuranlar.

Bir daha görünce siyah giyimli katilleri, saçlarımı tutacağım.

08.09.2014

29 Eylül 2015 Salı

Veda


Gece yattığım yerden, aynanın karşısında buldum kendimi. Rüyamda ne gördüğümü bilmiyorum. 

Ruhum ve bedenimin birbirinden ayrılmasına tanık oldum. Gözlerimin içine baka baka beni terk etti. Dondum kaldım öylece. Felç geçirmiş ağzım, yamulmuş sağ kulağıma doğru. Ruhsuz bir bedenim var şimdi, her biri bir yere bakan. Ölüm değil bu biliyorum, katlanamıyorlardı birbirlerine nicedir. 

Soğuk bir duşa ihtiyacı olmalı. Koynuna gireceği bir babaya. Dualarını fısıldayıp yamulmuş her yanına derman olacak bir babaya. Ya da bir sigara bassa biri canıma, kendime getirse. Ruhum gelir belki geriye. 

Aynanın karşısındayım. Karanlık oda. Gözlerim büyümüş gitgide. Sevdiğim adam arabesk bir şarkı mırıldanıyor uykusunda. Derimin altına sakladığım hastalıklı cam parçalarını çıkarmanın zamanı geldi mi acaba? Nefesi kuvvetli bir inanan bulup, kendimi okutsam bakteri dolmuş uykulu ağzıyla. 

Ne büyük bir çaresizlik var aynada. Otuz yılı almış bir düşmanlık var et ile ruh arasında. Korkarım bir kazanan olmayacak bu savaşta. Ruh almış başını gitmiş çoktan, anne karnında bir solucana. Değerini bilecektir solucan, beynini delirtmezse sonunda. 

Hadi gel ruhum az kaldı sabaha. Biliyorum yapamazsın gündüz başkalarıyla. Gece oldu mu yine girersin istediğin cana. Öldüğümüzde ikimiz de buluşacağız babamla.  

27.09.2015

26 Eylül 2015 Cumartesi

Yalan



Mevsim sonbahara yaklaşıyor. Yokluk peşini bırakmıyor dünyanın. Döl tutmuyor annelerin çocuk yuvaları. Bir tutsa, sularıyla boğacaklar sokakları. 

Bilinmez yollar düşüyor bugünlerde göğsüme. Cesareti yok gözlerimin gitmeye. Bir sonsuzluk vadetse  diyorum birileri. Tozların arasından çıkıp gelse sevdiğim adam. 

Ölüm bileğimde saklıyor kendini. Dokundukça acıyor yaşama hevesi. Soluksuz bırakacak bir gün beni bu evren. Cesedimin üzerinde tepinecek bütün hıncımla somurduğum bedenler. 

Hiçbirinizi sevmedim ey beyler! Hava çok soğuktu, ısınmaktı bütün gayem.

30.08.2014

22 Eylül 2015 Salı

Çapkın



Ölüm kalbini yoklamış. Bugün duydum bir tanıdıktan.

Yazık lan adam! Ne de güzel sevmezdin hiç bir kadını. 

Cenaze davetiyeni aldım kapımın altından. Sağolsun Azrail getirmiş büyük bir mutlulukla.

Kefenine cep yapmış kadınlar. Ahları da alıp gittin bu diyardan.

01.09.2014


19 Eylül 2015 Cumartesi

Ayaz



Atladım darağacının soğuk ipinden. Boynumda sallanan parmak izleri sıcak hala. 

Koynumdan yılan çıkardım dün gece. Ellerinin üzerinde taşındım celladımın.

Buz gibi şehirler geçti gözlerimden. Bedenini narin sevemedim sevgili erkek. İçtiğim dünyevi haz içkisi hafızamdan sildi nefretimi. 

Bir ayindeydim sen göremedin. Çünkü çok sarhoştun, beni seyredemedin. 

Görseydin bilirdin hiçbir yerinin kesilmediğini, benim seni bir insan gibi sevdiğimi.

02.10.2010

13 Eylül 2015 Pazar

Aşk


Yüreğimi sarsıp atar bir bağırtıdan çıkan ayrılık korkusu.
Sevgilim; sana içimin güz yalnızlığını verir miyim hiç?

Kafamı ağaç gövdesine vurup, bölük pörçük eder ezerim. Sana çocuk vereceğim yerin hemen yanından, kasığımdan keser giderim. Oluk oluk kanımda doğurduğum ilk çocuğu vaftiz eder, seninle ölüm katında evlenirim. 

Sevgilim; yüreğinde kopan acıyı alır, kendimi katilim sayarım. 

Gittiğim cehennemden, ayaklarından öperim. Sen de alnımdan öpersin. Bilirsin, alnımdan öpünce çabuk geçer acılarım. 

??.??.2012

Soluk


Omzumdan attım ağırlığını ömrümün. Köpek dışkısı olmuş yatağımda nöbetlerdeyim. 

Sevgilim eski bir tarihten kalma baba sıcaklığını verdi bedenime. Kesik kesik öksürüyor kalan hayatım. Çalıntı, antik bir yüzük var parmağımda. Sahibi öleli asırlar olmuş. 

Yol ortasında ezilmiş bir kedi yalnızlığı yaşıyorum şimdi burada. Bu köhne ve üşüyen odada...

15.02.2007

12 Eylül 2015 Cumartesi

Açık Yeşil


Dönüp dönüp duruyorum, akşam olmak üzere.

Sessiz göz çukurlarımda izmarit çöplüğü. Çocuğum evde ağlıyor. Vereme yakalanmış bedenim. Karım çok uzak bir yerinde artık yatağımın. 

Kanlı balgamımı fırlatıyorum zengin sokaklara. Otuzbir çekecek takati bulamıyorum banyoda. Çocuğum benden milyonlarca yıl uzakta, yan odada. Dokunamıyorum saçlarına. 

Açık yeşil maskeli balo tüm hayatım. Karım çok yorgun bakıyor bana. Ağzında çürük dişlerinin yaydığı leş kokusu. Belki bir gün yeniden gömülebilirim ağzındaki toplu mezara. Belki yapabilirdim. Amele pazarından dönerken, maskemle birlikte kalmasaydım kamyonun altında.

12.11.2008

Sado'nun İntikamı


Cennetin iki kokusu birbirine karışmış; anne ve bebek kokusu.

Torbalar doldurulmuş kurutulmuş yemişlerle.

Bir dolmuş, rengi ve modelinin ne olduğu hafızamın unutulanlar kısmında.Bir yere gidiyoruz, bilmiyoruz. Abim hariç.

Annemin kucağında yeni doğmuş kardeşim Nuran, kundakta daha. Henüz evin en küçüğü değilim. Rengi sararmış annemin, ölümden döndü doğumda. Doktor bulmak için uzun yollar gitmişler bildiğim kadar. Hiçbir modern eşyamız yok, hiçbir modernimiz de. Abim hariç.

Yollar, uzun geceler, gündüzlerce gidiyoruz. Arkamızdan su döken oldu mu bilmiyorum, dökmediler galiba. Ablamın bitişik kaşları ve uzun, gür kızıl saçları aklımda kalan.

Dolmuş köyümüz kokuyor. Annem fistanıyla sümüğümü siliyor. Pencereden şehirler geçiyor. Bizler bir tek adını biliyoruz. İstanbul. 

Arkamızdan atımız Sado ağlamış, sırtını dönmüş anneme. İhanetini affeder mi annemin bilmem. Keran aralarında yılanlar öksüz. Süt kokusuna gidecek süt kalmadı ocakta. 

Şehirler geçiyoruz, yanımızdan kara trenler. Yolculara el sallıyoruz, onlar da bize. Çok seviniyoruz. Bedenimiz konuştuğu için belki de sadece. 

Annemin avurtları çökmüş, beyaz kefisi yasta sanki. Susturulmuş yılları var gözlerinde. Bir oyundu bu anlamayanlar için yolculuk. Anlayanlar içinse hiçbir zaman anlayamayacakları bir dünya. 
Günler geçti Nuran ve köyümüzün kokusuyla. Bir şehre girdik. İlk hatırladığım çok insan. Abim forsuyla gelip aldı bizi büyük annemizin koynundan. Bekar evlerinde sünger yatağında beli çok ağrımış. Rutubet hiçbir zaman toprak kokusunu anımsatmamış. Yıllar sonra öğrendim bunu ondan.

Geldik, betonlar karşıladı bizi ilk olarak. Biraz garipti pencereden bakınca dünya. 8 kişi bir odada çok sıcak oluyordu soğukta. Annem ve babam içinse biraz zor bütün çocuklarının yanında zevke varmak. Ya da babam için diyelim. Annem hep gözleri kapalı ruhunu gezdiriyordu yaylada. Ve sokaklar işkencehanelere dönüşüyordu bir saatten sonra. 

Annemin dili ve bir de ülke dili vardı burada. Hiç hor görülmedik sağ olun. Hiç hor görülen diğerleri olan Çingenelere benzetilmedik! Söylenilen hiçbir sözü anlamadık, onlar da bizi. Günler geçti beden diliyle ekmek istemeye, anlatıp anlamaya. 

Bir sabah, henüz iki ay olmamıştı galiba, Nuran hiç ağlamadı. Babam iyi bir müslümandı, hocaya gerek kalmadı. Koridorda sırtımı duvara yasladım. Ağladım, ağladım. Yemek yediğimiz tepside küçük kardeşimi yıkadı babam. Annemin yüzünü hatırlamıyorum. Kaybolmuştu daldığı boşlukta. Sado ilk intikamını almıştı annemden galiba. Ziyaret edecek bir mezarımız olmuştu İstanbul'da. 

Sonra seller mezarını kaybetti Nuran'ın. O zamanlar çok olurdu Ali Bey'in köyünde seller.

Alışmaya çalıştık, ürkektik ve cesurduk. Sonra sonra dilini öğrendik ülkenin. Çocuktuk, evlerin bittiği tepenin ardını hep köyümüz sandık. 

"Bak o tepenin arkası bizim köy."

Sonra öğrendik, o tepenin arkası bizim köy değil. 

Biz çocuktuk, fakirdik, Kürt'tük. Annem bir de kadındı. Zordu yani. Sonra annemin beyaz kefisinden, renkli fistanından ve dilinden utandık. Pazarda hep önden gidip onu arkada bıraktık. Onlar gibi olduğumuzu kanıtlamak için iyi Türkçe öğrenip, Türküz dedik. Biz yıllarca sadece evde Kürt olduk.

Babam iyi müslümandı. Annem de öyle. Eyüp'e türbeye yüz sürmeye giderdik. Bir gün polis annemi başörtüsü ve dili yüzünden (Ah anne ben dedim öyle gitmeyelim diye) bizi karakola götürdü. Bir sürü insanın içinde ağlaya ağlaya kendi dilinde bağırıyordu. Ben korkmuştum ama cesurdum. Annem beni tutuyordu, polis amca da annemi. İyi para çaldın mı dedi. Ben hırsız değilim dedim. Görürüz dedi. Gördü. 

Karakolda annemi bir kadın polis aradı. Paramız yok, yürümüştük Ali Bey'in köyünden Eyüp Sultan'ın türbesine. Kürtçe bilen bir polis konuştu annemle. Kıyafetlerimiz yüzünden hırsız sanmışlar bizi. Gördüler değildik. Annem çıkışta "Xwede belaye we bide, çi duxazin ji me" (Allah belanızı versin, ne istiyorsunuz bizden) dedi. Hiç unutamadım,4 yaşındaydım. 

Sonra yıllar geçti Bahçeli evlerine geldik. Okula başladım. Çoçuktum, fakirdim, Kürt'tüm. Kürt'tüm bunu öğrendim. Bunu öğrendim sokaktan, polisten, komşudan, bakkaldan ve her yerden. Gerisi hiç mühim değil. Betonlar tecavüz etti bana defalarca. Bileklerimde jilet izleri kaldı sonsuza kadar. Hiçbir erkeğe aşık olamadım. Bu şehri çok sevdim ama kendimin sayamadım. Annemden özür diledim içimden defalarca. Çok utanıyorum beyaz kefinden utandığım için. 

Biz ekonomik göç mağduruymuşuz, diğerleri düşük yoğunluklu savaş mağduru. Artık tarih biliyorum. Gizli kitaplar okudum, gizli müzikler dinledim. Ve ben hiç tam bir ben olamadım. Bizler hırsız olduk, kuyruklu olduk, yezid olduk, kabulümdür Çingene olduk, Ermeni olduk. Her şey olduk bir tek Kürt olamadık. 

Ve işte geldik getirildik buralardayız. Söyleyin şimdi bana, bir çoban nereden bilebilirdi tiner çekmeyi?

26.10.2008