12 Eylül 2015 Cumartesi

Sado'nun İntikamı


Cennetin iki kokusu birbirine karışmış; anne ve bebek kokusu.

Torbalar doldurulmuş kurutulmuş yemişlerle.

Bir dolmuş, rengi ve modelinin ne olduğu hafızamın unutulanlar kısmında.Bir yere gidiyoruz, bilmiyoruz. Abim hariç.

Annemin kucağında yeni doğmuş kardeşim Nuran, kundakta daha. Henüz evin en küçüğü değilim. Rengi sararmış annemin, ölümden döndü doğumda. Doktor bulmak için uzun yollar gitmişler bildiğim kadar. Hiçbir modern eşyamız yok, hiçbir modernimiz de. Abim hariç.

Yollar, uzun geceler, gündüzlerce gidiyoruz. Arkamızdan su döken oldu mu bilmiyorum, dökmediler galiba. Ablamın bitişik kaşları ve uzun, gür kızıl saçları aklımda kalan.

Dolmuş köyümüz kokuyor. Annem fistanıyla sümüğümü siliyor. Pencereden şehirler geçiyor. Bizler bir tek adını biliyoruz. İstanbul. 

Arkamızdan atımız Sado ağlamış, sırtını dönmüş anneme. İhanetini affeder mi annemin bilmem. Keran aralarında yılanlar öksüz. Süt kokusuna gidecek süt kalmadı ocakta. 

Şehirler geçiyoruz, yanımızdan kara trenler. Yolculara el sallıyoruz, onlar da bize. Çok seviniyoruz. Bedenimiz konuştuğu için belki de sadece. 

Annemin avurtları çökmüş, beyaz kefisi yasta sanki. Susturulmuş yılları var gözlerinde. Bir oyundu bu anlamayanlar için yolculuk. Anlayanlar içinse hiçbir zaman anlayamayacakları bir dünya. 
Günler geçti Nuran ve köyümüzün kokusuyla. Bir şehre girdik. İlk hatırladığım çok insan. Abim forsuyla gelip aldı bizi büyük annemizin koynundan. Bekar evlerinde sünger yatağında beli çok ağrımış. Rutubet hiçbir zaman toprak kokusunu anımsatmamış. Yıllar sonra öğrendim bunu ondan.

Geldik, betonlar karşıladı bizi ilk olarak. Biraz garipti pencereden bakınca dünya. 8 kişi bir odada çok sıcak oluyordu soğukta. Annem ve babam içinse biraz zor bütün çocuklarının yanında zevke varmak. Ya da babam için diyelim. Annem hep gözleri kapalı ruhunu gezdiriyordu yaylada. Ve sokaklar işkencehanelere dönüşüyordu bir saatten sonra. 

Annemin dili ve bir de ülke dili vardı burada. Hiç hor görülmedik sağ olun. Hiç hor görülen diğerleri olan Çingenelere benzetilmedik! Söylenilen hiçbir sözü anlamadık, onlar da bizi. Günler geçti beden diliyle ekmek istemeye, anlatıp anlamaya. 

Bir sabah, henüz iki ay olmamıştı galiba, Nuran hiç ağlamadı. Babam iyi bir müslümandı, hocaya gerek kalmadı. Koridorda sırtımı duvara yasladım. Ağladım, ağladım. Yemek yediğimiz tepside küçük kardeşimi yıkadı babam. Annemin yüzünü hatırlamıyorum. Kaybolmuştu daldığı boşlukta. Sado ilk intikamını almıştı annemden galiba. Ziyaret edecek bir mezarımız olmuştu İstanbul'da. 

Sonra seller mezarını kaybetti Nuran'ın. O zamanlar çok olurdu Ali Bey'in köyünde seller.

Alışmaya çalıştık, ürkektik ve cesurduk. Sonra sonra dilini öğrendik ülkenin. Çocuktuk, evlerin bittiği tepenin ardını hep köyümüz sandık. 

"Bak o tepenin arkası bizim köy."

Sonra öğrendik, o tepenin arkası bizim köy değil. 

Biz çocuktuk, fakirdik, Kürt'tük. Annem bir de kadındı. Zordu yani. Sonra annemin beyaz kefisinden, renkli fistanından ve dilinden utandık. Pazarda hep önden gidip onu arkada bıraktık. Onlar gibi olduğumuzu kanıtlamak için iyi Türkçe öğrenip, Türküz dedik. Biz yıllarca sadece evde Kürt olduk.

Babam iyi müslümandı. Annem de öyle. Eyüp'e türbeye yüz sürmeye giderdik. Bir gün polis annemi başörtüsü ve dili yüzünden (Ah anne ben dedim öyle gitmeyelim diye) bizi karakola götürdü. Bir sürü insanın içinde ağlaya ağlaya kendi dilinde bağırıyordu. Ben korkmuştum ama cesurdum. Annem beni tutuyordu, polis amca da annemi. İyi para çaldın mı dedi. Ben hırsız değilim dedim. Görürüz dedi. Gördü. 

Karakolda annemi bir kadın polis aradı. Paramız yok, yürümüştük Ali Bey'in köyünden Eyüp Sultan'ın türbesine. Kürtçe bilen bir polis konuştu annemle. Kıyafetlerimiz yüzünden hırsız sanmışlar bizi. Gördüler değildik. Annem çıkışta "Xwede belaye we bide, çi duxazin ji me" (Allah belanızı versin, ne istiyorsunuz bizden) dedi. Hiç unutamadım,4 yaşındaydım. 

Sonra yıllar geçti Bahçeli evlerine geldik. Okula başladım. Çoçuktum, fakirdim, Kürt'tüm. Kürt'tüm bunu öğrendim. Bunu öğrendim sokaktan, polisten, komşudan, bakkaldan ve her yerden. Gerisi hiç mühim değil. Betonlar tecavüz etti bana defalarca. Bileklerimde jilet izleri kaldı sonsuza kadar. Hiçbir erkeğe aşık olamadım. Bu şehri çok sevdim ama kendimin sayamadım. Annemden özür diledim içimden defalarca. Çok utanıyorum beyaz kefinden utandığım için. 

Biz ekonomik göç mağduruymuşuz, diğerleri düşük yoğunluklu savaş mağduru. Artık tarih biliyorum. Gizli kitaplar okudum, gizli müzikler dinledim. Ve ben hiç tam bir ben olamadım. Bizler hırsız olduk, kuyruklu olduk, yezid olduk, kabulümdür Çingene olduk, Ermeni olduk. Her şey olduk bir tek Kürt olamadık. 

Ve işte geldik getirildik buralardayız. Söyleyin şimdi bana, bir çoban nereden bilebilirdi tiner çekmeyi?

26.10.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder